Total War: ATTILA İnceleme


84

Total War ATTILA

Strateji oyunlarının bu vakte kadar gelebilmiş en iyisi olduğu tartışması şekilde söylenebilen Total War serisi geride bıraktığımız kısa dönem içerisinde yeni bir oyunu bizlere sunmuştu: Total War: Attila. Avrupa Hun Devleti’nin Avrupa’yı nasıl kasıp kavurduğunu anlatan temasıyla ve ona uygun ismiyle Attila, bu vakte kadar çıkmmış şüphesiz en iyi Total War oyunu. Creative Assembly bu sefer işini tek bir hata bile bırakmadan yapmış gibi gözüküyor. Biz de bu yazımızda sizlere Total War: Attila incelemesini sunuyoruz.

İşler nasıl bu hale geldi?

Batı Roma ile oynuyorum. Savaş bitti. Daha doğrusu kapıma dayanan onca kılıçtan sadece biriyle yüzleşebildim. Kaybetmiş durumdayım, kaybettim denilemez; düpedüz darmadağın oldum.

Üzerime gelen atlılar karşısında hiçbir şansım olmamıştı. Hayır, oyunu kötü oynadığımdan değil, sadece “çok fazla kılıç” var. Birini indirmeye çalışırken, bir diğeri havayı yarıp lejyonlarımı delik deşik ediyor.

Tanrı’nın Gazabı/Tanrı’nın Kırbacı tam karşımda duruyor. Bana savaşmamı söylüyor. Bu yapabileceğim bir şey değil. Ben “yıkım” ile savaşamam. Bizler tanrıların koruduğu askerleriz, daha doğrusu bir zamanlar koruduğu…

Total War serisi bu kez bizleri (tarihe meraklı olanları) dünya tarihinin en ilgi çekici zamanlarından birine götürüyor. İkiye bölünen Roma İmparatorluğu’nun çöküş süreci ve Büyük Hun İstilası’nın başladığı dönemlere konuk oluyoruz.

15 yıllık Total War serisinin belki de en çok eleştirilen oyunu olan Rome II, geçtiğimiz yıl sorunlu bir süreç yaşamıştı. Şuradan ulaşabileceğiniz ön inceleme de bu eksikliklere değindiğim için, bir kez daha başınızı şişirmeyeceğim ama ortada bir gerçek var: Rome II iyi bir yapım olmasına rağmen beklediğimizin yarısı kadar bile değildi.

Peki onun eklenti paketi olarak görünen (aslında tek başına bir oyun ama biz oyuncular öyle görüyoruz) Total War: Attila seriyi ne kadar ileri götürüyor? Hun İmparatoru Attila’nın macerası, bizi yeniden savaş alanlarına sürükleyebilecek mi?

Bu iki sorunun cevabı sırasıyla evet ve hayır gibi görünüyor. Hayır, çünkü Total War Attila seriye kesinlikle farklılık getirmiyor. Birçok yönden Total War: Rome II’nin kopyası. Yine ön incelemede de belirttiğim gibi, ara yüz dahil olmaz üzere birçok özellik aynen Attila’ya geliyor.

Doğru bir tanım yapmak gerekirse, Total War: Attila, bir önceki oyunun gelişmiş ve düzeltilmiş versiyonu diyebiliriz.

İkinci sorunun cevabının evet olmasının sebebi, oyunun kurgusunun ve senaryo gidişatının gerçekten bu kadar heyecanlı olmasını beklemiyordum. O turlar geçtikçe, Attila ve diğer ülkeler başınıza bindikçe, oyundan kopamıyorsunuz. Hali hazırda sadık bir Total War oyuncusuysanız kesinlikle oyunun gidişatından ve heyecan düzeyinden keyif alacaksınız.
Total War: Attila bize farklı seçenekler sunuyor ve bu seçeneklere göre oynadığınız senaryo tamamen farklı oluyor. Her devlet/kabile/boy farklı ilerleyişe, klasik olarak da belli avantajlar ve dezavantajlara sahip.

Bu noktada oyuna eklenen yeni özellik hemen göze çarpıyor. Hunları seçtiğinizde belli bir şehir merkeziniz olmuyor ve göçebe olarak haritada ilerliyorsunuz. Elbette göçebe yaşamın zorluklarını her saniye hissediyorsunuz. Savaşın yanında, doğanın acımasızlığı, hastalıklar ve daha birçok sorun başınıza bela açıyor. Üstelik artık hastalıklar ticaret yolları üzerinden de ülkenize giriş yapabiliyor.

Oyunun ilerleyişi sıra bazlı bir sisteme sahip olsa da ilk kez bu kadar gerçek zamanlı bir oynanış bizi bekliyor. Verdiğiniz her komut, her seçim direkt olarak etkisini gösteriyor. İyi bir özellik gibi görünüyor ama yapımcıların illüzyonunu çok geçmeden fark ediyorsunuz. Genel olarak Rome II’ye göre düzenlenmiş menüler ve sistemlerle uğraşırken, bu özelliklerin ve yapay zeka tepkilerinin Rome II’ye ait olması gerektiğini anlıyorsunuz.

Total War: Attila’yı ne kadar oynarsınız bilmiyorum ama her saniye oynadığınız şeyin özünde “aynı” oyun olduğunu hissediyorsunuz.

Tamam göçebe hayattan bahsettik ama Attila’yı oynarken bu mekaniklerin hepsi yine tanıdık geliyor. Evet, göçebeyiz anladık ama cidden başımıza gelen her şey bir önceki oyunla aynı.

Ordumuzu eyalet sınırlarından çıkarttığımızda olanları hatırlayın: Hastalık, yiyecek sıkıntısı, sınır devletlerle anlaşmazlıklar gibi etkenler bu sefer halkınızı da etkiliyor. Ha, kabul etmek gerek, yapay zeka kesinlikle Rome II’ye göre daha iyi olmuş, bu sayede gerçekten oyunun rekabet hissini alabiliyorsunuz.

Evet, Total War: Attila zor bir oyun. Büyük bir devleti seçerseniz üzerinize kabus gibi çöküyorlar. Daha ilk turdan arka arkaya kuşatılmış sınır şehirler görmeniz oldukça olası –hatta kesin- bir durum. Küçük devletlerle oynamak isteyenler içinse yükselmek zorlu. Eh, dünya resmen çöküşe geçmişken molozlar ve tozlar arasından yükselmek zorlu bir deneyim. Göçebe olayım diyorsunuz, zaten en zoru onlarla oynamak. Sabırlı olmak ve yeteneklerinizi konuşturmanız gerekiyor.

Bu kadar zor olması gerekiyor muydu? Belki, ama Total War: Attila oyuna yeni başlayacak oyuncular için cidden sabır zorlayıcı olabiliyor. Bahsettiğim, öğretici bir zorluk (Dark Souls) değil, bildiğiniz çıldırtan cinsten. Oyuna ilk kez başlayacak oyuncu,oyunu açıyor ve daha ikinci turdan her yerden kuşatılmış oluyor. Total War: Attila oyuncuyu biraz daha hazırlayabilirmiş, Attila doğmadan önceki dönemde bile hayatta kalmak zorken, Hunlar geldiğinde çaylak oyuncu ne yapsın? Bu söylediklerimi eksi olarak algılamanızı istemiyorum, sonuçta oyunun böylesine bir meydan okuma içermesi hoş bir şey.

İşin oynanış kısmından bahsetmeye devam edersek, her yönüyle Rome II’ye göre daha iyi bir oyun karşımızda. Bir noktadan sonra, ana oyun olarak kabul edeceğimiz Total War: Rome II keşke böyle çıksaymış demekten kendimi alıkoyamadım.

Oyunun düzeltemediği ve halen yerlerde sürünen yönü ise kesinlikle diplomasi. Ön inceleme sırasında da belirtmiştim. Total War serisi her ne kadar gerçek zamanlı savaşlara odaklanıyor olsa da, diplomasiyi oyunun en tepe noktalarında tutardı. Attila maalesef bir önceki oyunun izinden gidiyor ve göz boyamak için konulan aile ağacı dışında, diplomasiyi hiç önemsemiyor. Aile ağacı, Rome II’nin berbat aile, hanedan ekranın üzerine güzel bir yenilik ama seçeneklerimizin halen böylesine kısıtlı olmasını kaldıramıyorum. Bir yerden sonra yapay zekanın mantığını kavrıyor ve güle oynaya diplomasi ekranını çocuk bahçesine çeviriyorsunuz. Diplomat yetiştirmeden, diplomasi mi yapılırmış?

Savaşlar, yine Total War geleneğinin en güzel devam ettiği yerler olarak burada yerini alıyor. Savaşlar olması gerektiği gibi harika görünüyorlar. Taktiksel seçeneklerimiz, savaş stillerimiz, daha önce olmadığı kadar hızlı ve doğru bir şekilde savaş alanında vuku buluyor. Kameranın yakınlaştıkça yaşadığı ufak problemler de giderildiği için, ister en uzak ister en yakın mesafeden savaşı sonuna kadar hissediyorsunuz.

Kuşatmaların da daha gerçekçi hale getirilmesi -gerek görsel, gerek oynanış yönünden- savaşların ihtişamını bir nebze daha arttırıyor. Savaş ekranlarında bol bol zaman geçirecek olan oyuncuların, düzenlenmiş oyun motoruyla, Attila başında keyifli saatler geçireceğini düşünüyorum.

Oyunda 5 farklı fraksiyon ve bunlar içerisinden seçebileceğimiz 10 farklı devlet var. Oyun, gerek Rome II’ye göre, gerekse önceki oyunlara göre daha zor olduğundan, küçük devletlerle başlayıp, oyunun mantığını kapmak gerekiyor. Aman diyorum, eğer yeni bir Total War oyuncusuysanız, sırf güçlü diye Batı Roma’yı filan almayın. Tecrübesiz bir oyuncu, sadece bir saat içinde sınır genişliğinin 1/3’ünü kaybedebilir, benden söylemesi.

Rome II’nin en çok şikayet edilen noktalarından biri olan ve benim ön incelemede bahsettiğim ara yüz de değişen mekanikler arasında. Bina yapımını sınırlayan ve oyunu dilediğince özelleştirmek isteyen oyuncuların düşmanı olan inşaat menüsü de elden geçirilmiş. Teknoloji menüsü, inşaat menüsünün izinden giderek daha az karmaşık olmuş, artık bir ileri bir geri gidip, krize girmek yok. Bağlı özellikler tek bir sayfada gösteriliyor.

Görsel olarak Rome II’den çok farklı bir oyun beklemeyin. Defalarca belirttiğim gibi, özünde Attila ve Rome II aynı oyun. Aralarındaki farklar ise elbette detaylarda yatıyor. Kuşatmaların, savaşların ihtişamı bu sefer tüm gücüyle ekranlarınıza yansıyor. Önemsiz savaşları benim gibi otomatik sonuçlandıran bünyeler bile, Total War: Attila’da sonraki savaşı iple çekecek. Eh, bu konuda fazla beklemeniz de gerekmeyecek. Siz gitmezseniz, onlar kapınıza gelecekler.

Savaşı ilk olarak kuşatma altındaki bir şehre giriş yaptığınızda hissedeceksiniz. Yarı yıkılmış surlar, alevler içindeki binalar ve sokaklara saçılmış ölüm, atmosferin dibini görmenizi sağlıyor. Şehir kuşatmalarının böylesine detaylı ve görsel olarak muazzam işlenmesi, serinin önemli bir açığını da kapamış oluyor.

Yani, ne diyebilirim ki? Oyunun puanını daha en başta gördünüz. Lakin bu puana aldanmamanızı istiyorum. Attila’nın en kötü yanı, bir önceki oyun olan Rome II. Aslına Attila’nın 90’nın üzerinde bir puan alamamasının tek nedeni de yine Rome II. Attila, bir önceki ana oyunun eksilerini kapatan, oyun deneyimini geliştiren bir ek paket gibi görünüyor. Kesinlikle bir ana oyun hissiyatı almıyorsunuz.

Total War: Atilla, Creative Assembly’nin hatalarını temsil ediyor. Rome II’nin acımasızca eleştirilmesinin ardından, firmanın güzel bir geri dönüş habercisi olarak takdirmi kazandı. Total War: Rome II’yi oynadıktan sonra, serinin geleceği için inanılmaz karamsardım ama Attila ile beraber o umudu geri kazanmış durumdayım.

Son olarak, oyunun Türkçe altyazı desteği sunduğunu ve 17 Şubat’ta piyasaya sunulacağını da hatırlatalım. Umarım siz de Total War serisini affedersiniz…


admin

0 Comments

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir