Tarihteki siyah beyaz filmlerin daha önce oyun sektörüne yansıtıldığını ve oyuncularla buluşturulduğunu görmüştü. Bu oyunlar genel olarak bir ilgi çekmemişti. Ancak nasıl siyah-beyaz filmleri izleyen kült bir kitle varsa bu tarz oyuncular için de aynı kişiler vardı; belli bir kısma hitap ediyordu. Şimdi bu oyunlar arasına belki de en orijinalleri katıldı: White Night. Çok güzel bir grafik yapısına ve hikayeye sahip olan oyun 1940-1950 arasında geçiyor. İşte oyunun tanıtım fragmanı.
Genel oynanış bakımından eski oyuncuların, “Hey gidi günler!” diye yad edeceği, yeni neslin ise, “Çöp, leş, oynamadım!” diye çemkireceği, klasik 3 boyutlu macera türünde bir yapım White Night. Sabit kamera açıları ile ilerlenen, tıpkı Grim Fandango’da olduğu gibi karakterin yüzünü döndüğü yerdeki cisimlerle etkileşime girilen ve oyun dünyasının klasikleşmiş bulmacalarını çözmek için uğraş vereceğimiz bir macera. Kapalı kapıların anahtarını bulmak, çevrede bulduğumuz günlüklerden ipuçları yakalamak ve çevredeki ‘İyi saatte olsunlar’dan kaçmak üzerine kurulu bir oyun.
White Night’ın basit bulmacalarını çözerken iki şeye dikkat etmemiz gerekiyor; ışık kaynağı oluşturmak ve hayaletlerden uzak durmak! Daha oyun başlar başlamaz, ağzından sigara eksik olmayan kahramanımız, “Sanırım cebimde bir kibrit olacaktı,” diye hatırlarken bize demek istiyor ki, “Kibrit çöplerini oyun boyunca yanından asla eksik etme!” Gerçekten de zifiri karanlık olan malikanede, kafasına göre çalışan ya da aniden grev yapma kararı alan lambalara güvenmek yerine elimizin altında mutlaka kibritimizin olması gerekiyor. Gerek çevredeki cisimleri kullanmak, gerek kapıları açmak, gerek bir günlüğü okumak, gerekse önümüzü görebilmek için bu kibritlere en az oksijen kadar bağımlıyız. Malikanenin bazı yerlerinde bulunan lambalar, mumlar ve şömineler de diğer ışık kaynaklarımız ama önce de söylediğim gibi, evi eline geçirmiş kötü ruhlar tarafından durup dururken söndürülebiliyor. Bu nedenle kibritiniz olmadan hiçbir yere gidemezsiniz.
Klasik bir macera oyunu olmasına rağmen içine serpiştirilmiş hayatta kalma öğelerinin ise biraz zorlama olduğunu söylemem gerekli. Bizler bulmacaları çözmeye çalışırken ve elimizdeki kibrit sönmeden odadan odaya koştururken bir anda karşımıza, “Bööarggh!” diye haykırarak çıkan ruhlardan kaçmak için birkaç seri adım atmak yeterli. İlk karşılaştığımda, hayatta kalma oyunlarında olduğu gibi, diğer odaya geçmeyi, kapıyı kapamayı, kapının üstüne eşyaları yığmayı ve kaçmaya devam etmeyi düşündüm ama meğer hiç gerek yokmuş. Meğerse bu ruhlar, bizi 2-3 metreden daha fazla kovalamıyormuş! Hal böyle olunca baştan korku veren bu kötü ruhlar bir yerden sonra önemsiz yaratıklar haline geliyor. “Aaa kötü ruh, sen miydin?” deyip 3-5 adım geriye gittiniz mi, hemen kurtuluyorsunuz. Odanın diğer kısmında ya da koridorda sabit bir ışık kaynağı var ise korkmanıza hiç ama hiç gerek yok. Aydınlık bölgeye geldiğiniz anda ruhların gücünden eser kalmıyor.
Macera oyunlarında karakterin ölmesi nadir görülen bir durumdur. White Night’ta ise, ruhlara yakalanmanız ya da kibritlerinizin bitmesinin ardından, zifiri karanlıkta kalmanız durumunda ölmeniz mümkün oluyor. Bu nedenle belirli aralıklarla oyunu kaydetmek gerekiyor. Bunun için de evin içine serpiştirilmiş berjer koltuklara rahatça yerleşip gözlerimizi dinlendirmemiz yeterli.
White Night’ın en ilginç yanı ise, kahramanımızın 12 adetten fazla kibrit taşıyamaması. Tamam, oyun biraz zorlaşsın, ortam gerilsin diye yapmışlar ama 12 nedir kardeşim? 13 kibrit taşıyınca bu adamın fıtığı mı patlıyor, siyatiği mi azıyor? Neyse ki yapımcılar evin dört bir yanında kibrit kutusu yerleştirmeyi akıl etmişler de, bu saçmalığa biraz olsun uyum sağlamamıza imkan tanımışlar.
Macera ve hayatta kalma oyunlarının alışılagelmiş senaryo yapısını aynen bize sunan ve hikaye anlatımı konusunda pek iddialı olmayan White Night, sanat yönetimi ve renk kullanımı konusunda adeta çığır açıyor. Daha oyuna girdiğiniz anda, yüksek kontrastlı ve siyah-beyaz temalı oyun görsellerinin ne denli başarılı olduğunu anlıyorsunuz. Özellikle ışık oyunları ve gerilim dolu atmosfer oluşturma konusunda da çok etkileyici olduğunu söyleyebilirim. Sesler ve müzikler de hem dönemi yansıtıyor hem de profesyonel ellerden çıktığını belli ediyor. Hikayeyi anlatan başkahramanın sesi de tam ‘Kara Film’ temasına uygun biçimde belirlenmiş.
Görsel açıdan kendi türüne göre çok başarılı olsa da, asıl önemli olan kısmı, yani oynanış konusunda ise White Night’ın sınıfta kaldığını itiraf etmem gerekiyor. Bir kere oyunun bulmacaları çok basit. Toplamda bulacağınız obje sayısı ve bunları kullanacağınız yerler o kadar kısıtlı ki, bir bulmaca üzerinde kafa yormanıza hiç gerek kalmıyor. Sabit kamera açısı kullanmasından dolayı, kontrol konusunda da çuvalladığı anlar çok oluyor. Dümdüz yürürken kameranın aniden değişmesi, ileri giden karakteri geri adım attırabiliyor. Tekrar ileri gitmeniz halinde de iki kamera açısı arasında oyun gidip gelmeye başlıyor. Eğer böyle bir pozisyonda yakalanırsanız, ne ileri ne de geri gidebiliyor, olduğunuz yerde çakılı kalıyorsunuz.
White Night, klasik macera oyunlarından, ‘Kara Film’ temasından ve melankolik atmosferden hoşlananlara hitap eden bir oyun. Bulmacalarının yeterince zorlayıcı olmaması, hayatta kalma temasının yeterince etkili kullanılamaması ve kontrol konusunda karşılaşılan hataları en belirgin eksiklikleri. Görüntüleri hoşunuza gidiyorsa ve farklı bir deneyim istiyorsanız deneyebilirsiniz, ama beklentinizi yüksek tutmayın.
0 Comments