CoD: Ghosts inceleme


77

Call of Duty Ghosts

Son zamanların en çok beklenen oyunlarından bir tanesi olan Call of Duty: Ghosts geçtiğimiz günlerde çıkış yapmıştı ve biz de oyunun ön incelemesini hiç de zaman kaybetmeden sizlere sunmuştuk. Yaptığımız yorumlar pek de iç açıcı değildi, ancak oyunun sırlarını çözünce biraz daha ısınmadık değil; tabi ki oyun için verdiğimiz puanları halen değiştirme yanlısı değiliz. Şimdi de tam bir inceleme sunuyoruz sizlere; işte CoD: Ghosts inceleme yazımız.

MMS yani Modern Military Shooter pek haz ettiğim bir oyun türü değildir. Savaş karşıtı biri olarak, savaşın konu olarak alınıp pazarlandığı oyunlarla ilgili ciddi sorunlarım var. Sevmiyorum, desteklemiyorum ve kesinlikle oynayasım gelmiyor. En çok sevdiğim askeri FPS oyunu Medal of Honor: Allied Assault ve Modern Warfare 2 idi, ondan sonra oynadıklarımdan ne keyif aldım ne de bir yenilik gördüm, savaşın “pazarlanmasından” ise nefret ettim diyebilirim.

Bu incelemeyi yazmadan önce Ghosts’u oynarken, büyük ön yargılara sahiptim bunu söylemek zorundayım, karşılaşacağım şeyin ne olduğunu az çok kestirdiğimi sanıyordum fakat epey yanılmışım.

Ghosts, Call of Duty’nin defalarca kullandığı formülün dışına çıkarak, seride radikal olmasa da yeni şeyler deneyen bir yapım ve bu jenerasyonun sonunun mesajını veren bir elçi görevi görüyor. Call of Duty: Ghosts, ismi ile eski serinin sevilen karakteri Simon Riley, yani namı diğer Ghost’a bir gönderme yapsa bile, içerik ve yapı olarak Modern Warfare 2’den oldukça farklı.

Hikaye, sıkıldığımız Rusya vs Amerika ekseninin dışına çıkarak, tamamen yeni bir evrende, yeni bir zamanda geçiyor. Bu sefer tehdit Doğu’dan değil Güney’den, daha doğrusu Güney Amerika devletlerinin birleşerek oluşturdukları Federasyon adı altında geliyor. Oyun başladığı vakit, Amerika tam anlamıyla Federasyon karşısında yıkılmış durumda, bu genel olarak MMS’ler de çok fazla gördüğümüz bir tablo değil doğrusu, bu sebeple taze bir konsept olarak gerçekten Ghosts’un işine yaramış. Ghosts oyuncuyu ilk etapta enteresan konusu ve bol aksiyonlu, sağlam görselli girişi ile yakalamayı başarıyor.

İlk bölüm Amerika’nın orbital süper silahı ODIN’in (Orbital Defense Initiative) Federasyon tarafından ele geçirilmesi ve Kuzey Amerika’nın kinetik bir bombardımana tutulması ile açılıyor, daha sonra 2023 yılına bir flashforward yapıp, ana karakterimiz Logan ve kardeşi Hesh’in Federasyon’a karşı gizli operasyonlar yapan Ghosts birimine katılması ile devam ediyor.

Hikaye anlamında, oyun bu sefer kanımca daha taze ve daha etkileyici. Özellikle “Ghost” olmanın ne demek olduğu üzerinde epey duruluyor. ODIN hikayesi ile başlayan tempo ise, hikaye boyunca durulmuyor. And dağlarından Caracas’a, Caracas’tan San Diego’da bulunan Ground Zero’ya sürekli olarak değişen coğrafya ve bu coğrafyanın nefes kesen görselliği içerisinde gerçekleşen sahneler, Ghosts’un hikayesinin atmosferini oldukça destekliyor.

Call of Duty’nin o artık sıkıldığımız lineerliği ise, pek çok sinematik sekans ile birlikte nefes kesici bir yolculuğa dönüşmüş durumda. Artık sürekli olarak bölüm boyunca koşup koşup düşmana sıkmıyorsunuz, bir Ghost olarak, görevlerinizi gerçekleştirmek için pek çok ayrı taktik ve strateji kullanıyorsunuz. Tabii bunların hepsi yine lineer, yani size sunulan dışında yapabileceğiniz çok bir şey yok fakat bunların hiçbiri sizi sıkmıyor, oyunun tek düzeliğinin ise rahatsız etmesini önlüyor.

Helikopter uçurmaktan uzay istasyonunda savaşmaya kadar pek çok ayrı konsept sahne dolu oyun, bu sahneleri zenginleştiren ise pek çok element var, bunlardan en önemlisi ve uzun zamandır tartışılan köpeğimiz Riley sanırım (Bir başka MW2 göndermesi).

Riley, oyun boyunca çeşitli bölümlerde yanımızda olan özel eğitimli köpeğimiz ve değişik özellikleri var. Bunlar düşmanın üzerine salmaktan, girilemeyen yerlere girmeye kadar değişiyor. Yani hem saldırı hem de bilgi toplama aracı olarak kullanabiliyoruz Riley’i. Açıkçası, her ne kadar oyuna değişik bir hava katsa bile, Infinity Ward bunu çok daha iyi bir şekilde kullanabilirmiş. Riley’i düşman üzerine salmak bir yerden sonra oyunu çok kolaylaştırabiliyor ve asla onun ölme ihtimalinden korkmuyoruz çünkü ölemiyor, en azından bunlar eklenip oyuncunun üzerine ekstra bir yük bindirilebilirdi diye düşünüyorum fakat bu çokta büyük bir eksi değil. En azından Ghosts’un genel atmosferinin yanında rahatsız etmiyor.

Hikayesi boyunca göreceğiniz her sahne, atmosferi öyle bir destekliyor ki, bir MMS oynarken ilk defa bu kadar heyecanlandığım yerler oldu. Oyun asla kendisini tekrar etmiyor, özellikle benim favorim olan Federation Day bölümü, kesinlikle Call of Duty serisinin en iyi bölümlerinden biri diyebilirim.

Ghost’lar, tehlikeli adamlar. Genel olarak görevlerini isimlerinden anlaşılabileceği üzere bir hayalet gibi “gir-çık” usülü hallediyorlar ve bu onları gerçekten ölümcül hale getiriyor.

Bir Ghost’un en önemli özelliği ise “ne olursa olsun” görevini tamamlaması, oyuncunun bunu anlaması için Infinity Ward oyunda bizi iki çaylak Ghost’un yerine koyuyor; Logan ve Hesh.

İki kardeş, oyun boyunca babalarının izinden giderken, bir yandan Ghost olmanın ne demek olduğunu öğreniyor, bu oyunun bir diğer hoşuma giden kısmı; oyun sizi geçmişini bilmediğiniz bir birimin içerisine koyup isimsiz askerlerle birlikte görevlere yollamıyor, Ghost’ların lideri (spoiler olmasın diye kim olduğunu söylemeyeceğim), oyun boyunca size bu birimin tarihini anlatıyor, hatta bunu bazı bölümlerde geçmişe giderek Flashback şeklinde yaşıyorsunuz ki bu bölümler gerçekten inanılmaz.

Ghosts’un hikayesi her ne kadar sinematik ve yoğun atmosferli, saran bir hikaye olsa da, bazı bazı beni çok yoğun aksiyona atmasıyla bunalttı. Bu oyunu oldukça dinamik yaparken bir yandan da nefes alacak nokta bırakmayarak kafa yorabiliyor. Sinematik, görev, sinematik, görev, sinematik, görev derken iki dakika nefes almak istiyor insan, bu sebeple geçişler arasında ufak zamanlama problemleri olduğunu söyleyebilirim. Hikaye ile ilgili son eklemek istediğim şey ise, zaman zaman odağını kaybetmesi. Federasyon vs Amerika derken olay Hesh ve Logan’ın intikamına odaklanıyor, sonra yine Federasyon vs Amerika diye gidiyor fakat bütün bu geçişler arasında “ben ne yapıyordum ya” diye kaldığınız yerler oluyor ne yazık ki. Bir de oyun boyunca size seçim şansı sunulduğu sahneler var, bunlar hiçbir şeyi değiştirmiyor, Black Ops 2’de de olan bu sahte seçim sahneleri, kabak tadı vermeye başladı.

Ghosts’un güçlü yanlarından biri kesinlikle akışkan ve dinamik silah savaşları. Bu da coğrafya coğrafya değişebiliyor. Mesela bazı görevler tamamen sessizlik üzerine kuruluyken bazılarında makinalınız ile ramboculuk yapmanız gereken yerler var. Bu daha önce söylediğim gibi, lineerliğin hissedilmemesini sağlıyor.

Farklı coğrafyalar derken, bu coğrafyaların sunumu da epey etkileyici. Ghosts bu bağlamda görsel ve ses anlamında gerçekten harika. Tabii ki oyun motoru artık yaşını gösteriyor. IW Engine, yoğun modifikasyonuna rağmen bazı noktalarda göz tırmalayan kaplamaların önüne geçemiyor. Bu sebeple Infinity Ward ışık kullanımlarına daha çok yönelmiş, iyi ki de yönelmiş.

Güçlü ışık kullanımları, grafiklerin salt görünümünü neredeyse kat kat yoğun hale getirmiş, karakterlerin suratları ve ifadeleri bununla birleştiğinde ortaya oldukça sağlam bir görsel konsept çıkmış. Bu görsel konseptin değişen coğrafya ile bir anda dokusunun farklılaşması ise oyunun hikayesel dinamizmini destekleyerek, hiç beklemediğiniz kadar yoğun bir atmosfer sağlamış.

Tabii grafik ve görsel kod, müzik ve sağlam diyaloglar ile desteklenmediği vakit beş para etmiyor. Ghosts’un müzikleri David Buckley’in elinden çıkma. Buckley’i Metal Gear Solid 4: Guns of The Patriots ve The Town, From Paris with Love gibi filmlerden tanıyoruz. Ben oyunun müziklerini Buckley’in yaptığını bitirdiğim vakit öğrendim, oynarken içimden “Yahu acaba” diye sürekli sorup duruyordum, büyük bir MGS fanı olarak görünce çok sevindim.

Call of Duty: Ghosts iyi bir oyun ve içinde bulunduğumuz jenerasyona, MMS’ler bakımından iyi bir son diyebilirim. İçerisinde bulundurduğu ve hala kopamadığı formüller artık kabak tadı verse bile, Infinity Ward’un seriye yeni şeyler katma çabası takdire şayan. Rules of Engagement ve Traffic gibi filmlerin senaristi Stephen Gaghan’ın elinden çıkan hikaye güzel ve oyuncuyu saran cinsten.

Sorunları yok mu? Var. Hikayede daha farklı noktalar işlenebilirdi, duygusal yoğunluğun üzerinde durulabilirdi, daha uzun bir campaign modu olabilirdi (taş çatlasa 10 saat) ve çok daha radikal şeyler denenebilirdi fakat Infinity Ward, “kırık değilse tamir etmeyelim” felsefesinden şaşmayarak, yine bildiği sularda yüzmeye devam etmiş diyebilirim.

Tabii bu şekilde devam eder mi? Etmez. Ghosts, Infinity Ward’un bu jenerasyona elvedası olur ve yenilikçi projelerin devamını müjdeler diye umuyorum, bu dileğim gerçekleşir mi bilemiyorum fakat artık MMS türünde bir şeyler değişmeli, papaz pilavı çok sevebilir fakat her zaman pilav yiyecek diye bir kaide yok.

Evet, hepsi buydu sanırım, sonuç olarak Ghosts’u almalı mısınız? FPS seviyorsanız kesinlikle. Call of Duty hayranıysanız bence zaten çoktan bitirdiniz ve Multiplayer seanslarına başladınız zaten, benim gibi MMS sevmiyorsanız, sizin için gayet iyi bir başlangıç olabilir hatta benim gibi keyif bile alabilirsiniz.


admin

0 Comments

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir