Çocukluğumuzun en zevkli anime serilerinden biri olan Pokemon, bu vakte kadar onlarca kez oyun platformuna döküldü. Bunlardan sadece çok azı başarılı olurken yeni nesille eski nesli birleştiren farklı bir oyun da Nintendo 3DS üzerinde satışa çıktığı geride bıraktığımız dönemde: Pokemon X – Y. Oldukça başarılı bir yapıt olarak gözüken oyun hem grafikleri hem de senaryosuyla çizgi diziyi aratmıyor. İşte Pokemon X – Y inceleme yazısı.
ESKİYLE YENİNİN KARŞI KONULMAZ DANSI
Çocukluğunuz Gameboy eşliğinde geçsin geçmesin, birçoğumuzun yolu ilk nesil Pokémon oyunlarıyla bir şekilde kesişti. Ya arkadaşların, akrabaların Gameboylarına el koyduk bu heves uğruna, ya da “emülatör nedir ve nasıl kullanılır?” sorusunun cevabıyla keşfettik Kanto’yu, Hoen’i… Benim için daha ortaokul dönemimde bir arkadaşımın okula getirdiği bir disket aracılığıyla gerçekleşmişti bu tanışıklık. Disketin içindeki emülatör yardımıyla çalışan Pokémon Blue, o zamanlar haftaiçi oyun oynamam yasak olduğundan gizli gizli sığındığım, eğlenceli bir kaçamaktı. Belki de bu yüzden, yıllar sonra oyunun yapımcısı Game Freak önüme tekrar üç Pokétopu koyup da “Charmander mı, Bulbasaur mu, yoksa Squirtle mı?” diyecek diye heyecanlandım bu kadar… Hoş, ben kendimi bildim bileli seçimim hep Charmander’dan yana olmuştur ya, neyse. Ama durun da biraz soluklanayım, kendimi biraz fazla kaptırdım ve hızlı gidiyorum, biraz geriye sarmak lazım.
Sessiz çığlıklarla “Fransa’dan esinlenildim ben!” diye bağıran Kalos bölgesindeyiz bu sefer. İster X’i, isterseniz de Y’yi seçmiş olun ilk farkedeceğiniz şey iki boyutlu animasyonlu sprite’ların yerini öz hakiki üçüncü boyutun almış olması. Seriyle ilgili alışıldık ve bilindik noktaları kırmaya bu noktada başlıyor Game Freak. Doğrusu üç boyut yaramış da hani Pokémon’a. Zira X-Y’yi oynadıktan sonra dönüp Pokémon Black-White’a baktığımda “Bu hakikaten böyle miydi ya?” dediğimi farkettim ister istemez. Eh, insan savaşları daha aktif ve güzel bir şekilde gördükten sonra iki boyutlu sprite’ları yadırgıyor tabii biraz.
Neyse, Kalos diyordum, değil mi? Kalos bölgesi eski-yeni tonla Pokémon içeriyor alıştığımız üzere. Az önce “Charmander” dedim ama, daha en baştan Charmander sahibi falan olmuyorsunuz, beni yanlış anlamayın. Başlangıç Pokémon’larınız serinin âdeti olduğu gibi bölgeye has, yeni bir üçlüden oluşuyor: Su tipi Froakie, Çimen tipi Chespin ve Ateş tipi Fennekin. Bu üçlüden birini seçtikten sonra yolculuğunuz başlıyor. Tabii Pokémon oyunlarında yalnız başına yolculuğa atılan bir kahraman olması düşünülemez. Bu sefer farklı bir yol izleyip 5 kişiden oluşan bir grup dinamiği kurmuş Game Freak ve doğrusunu söylemek gerekirse hayli güzel de olmuş. Bu beşliden herkesin kendi kişilikleri olması ve oyun boyunca kendi amaçları peşinde koşmaları hoş bir dinamizm yaratıyor.
Oyunun ilk birkaç saatini geride bırakıp yeni üç boyutlu dövüşlerin biraz tadını çıkarttıktan sonra eskiye özlem duyanları hoş bir sürpriz bekliyor. Lumiose şehrinde Profesör Sycamore, bize ikinci bir seçim şansı sunuyor ve yıllar önce Profesör Oak’ın yaptığı teklifin aynısını yapıyor: “Charmander mı, Bulbasaur mu, yoksa Squirtle mı?” X-Y’nin eski nesil hayranlarını mest ettiği nokta da bu oluyor zaten. Şahsen özellikle de Black-White sürümlerinde sadece son jenerasyondan Pokémonları kullanmaya mecbur kalmış olmamız beni seriden biraz soğutmuştu. Geçmişteki bu hatasından ders alan Game Freak bu sefer oyuna yeni eklenen 68 Pokémon ile birlikte yakalayabileceğimiz ve geliştirebileceğimiz toplamda 454 Pokémon koymuş oyuna. Buna Pokébank açılınca şu an oyunda yakalanamayan ama eski oyunlardan taşınabilecek olanları da eklerseniz toplam sayı 718’e çıkıyor ki, eğer gerçekten “hepsini yakalamak” gibi bir amacınız varsa sizi birkaç yüz saatlik bir maceranın beklediğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Üstelik bu 718’e Mega Evrimleri dahil etmedim bile…
Ah, evet Mega Evrimler. Yeni oyunun getirdiği ilginç bir dinamik olan bu Mega Evrim konsepti, oyunun hikâyesinde de önemli bir rol oynuyor. Profesör Sycamore’dan ikinci başlangıç Pokémon’unuzu aldıktan sonra, yine Profesörün isteğiyle yeni bir evrim türünün keşfedildiğine dair söylentileri araştırmaya koyuluyoruz. Eninde sonunda Mega Evrim’in söylentilerden fazlası olduğunu keşfettiğimizdeyse, özel taşlar yardımıyla bazı Pokémon’ları savaş süresince çok daha güçlü, farklı formlara dönüştürebildiğimizi öğreniyoruz. “Savaş süresince” kısmına dikkatinizi çekmek istiyorum. Zira savaşın bitimiyle birlikte Pokémon’unuz eski formuna geri dönüyor ve her savaşta sadece bir kere Mega Evrim aktifleştirebiliyorsunuz.
Toplamda 28 tane olan bu Mega Evrimlerden bazıları oynadığınız oyunun versiyonuna göre değişebiliyor. Mesela Mega Charizard X, adından belli olduğu üzere X versiyonuna has ve siyah-mavi, ağzından alevler çıkartan bir ejderha formuna bürünüyor. “Ejderha” derken, yıllardır “Charizard’ın türü neden Fire/Flying? Bu basbaya ejderha yahu!” yakınmalarımızın sonuç vermesinden midir nedir, tür olarak da hakikaten Fire/Dragon’a dönüşüyor. (Gerçi yeni eklenen “Fairy” türü kaç jenerasyondur süren Ejderha tipi egemenliğine son vermiş durumda ama…) Pokemon Y sürümündeyse orijinal görünümüne çok daha yakın bir formda yine Fire/Flying türünde kalıyor, ancak hava durumunu güneşliye çevirdiği için özellikle ateş tabanlı saldırıları çok daha fazla hasar vermeye başlıyor. Sycamore’dan aldığınız ikinci Pokémon’lar yanlarında Mega Evrim taşlarıyla gelse de, diğer Pokémon’ların Mega Evrim’ini aktifleştirmek biraz daha uğraş gerekiyor. Gerçi bazılarıyla zaten hikâye gereği karşılaşıyoruz, ancak diğerleri için 3DS’inizin saatine göre her akşam 8-9 aralığında Mega Taş avına çıkmanız lazım. Kalos’un dört bir yanına saçılmış bu taşları bulmak için her gün sadece 1 saat vaktiniz var anlayacağınız. (3DS’inizin saat ayarıyla oynayıp hile yapmadığınızı varsayıyorum tabii)
Pokémon X-Y’yi kendi çapında ufak çaplı bir MMO yapan Online özelliklerine birazdan zaten değineceğim. Ancak hazır “günlük” aktiviteler demişken ona ayrı bir paragraf açmak istiyorum öncelikle. MMO’lardaki “Daily Quest” mantığı gibi oyun içerisinde günlük olarak tekrarlayabileceğiniz tonla etkinlik var artık. Her gün farklı renkte kıyafet satan butikler mi dersiniz, günlük olarak çalışıp harçlığınızı çıkartabileceğiniz oteller mi, yoksa çok özel ödüller tutturabileceğiniz Lotto ID adlı şans oyunu mu… Günlük savaşları, Pokémon yumurtalarını ve daha büyük haftalık etkinlikleri anlatmaya girişeyim desem hiç çıkamamaktan korkuyorum. Kısacası demem o ki, serinin önceki oyunlardan süregelen “Oyun asıl bittikten sonra başlıyor” söylemi seri için bu sefer gerçekten de bambaşka bir anlam kazanmış. Tüm bu saydıklarımın üstüne bir de Online özellikler eklenince, zaten bir de türün meraklısıysanız 100 küsur saatlik oynama süreniz rahatlıkla 2-3 katına çıkıyor bir anda.
Şimdi gelelim deminden beri gevelediğim o Online özelliklere. Daha önceki Pokémon oyunlarında da GTS (Global Trade Server) gibi Online özellikler vardı, ancak seri tarihinde ilk defa diğer oyuncularla aranızdaki bağı bu kadar sıkı kuruyor. Öncelikle arkadaşlarınızla iletişim kurmanız, takas yapmanız, maçlar düzenlemeniz gibi etkileşimler alt ekrandan gayet kolay ve maksimum birkaç tıkla yapılıyor. Üstelik nerede olduğunuzun da önemi yok. İlla Pokémon Center’ların üst katlarını mesken tutmak zorunda değilsiniz yani artık. Dahası yeni eklenen “O-Power”larla arkadaş listenizdekilere çeşitli “bufflar” atabiliyorsunuz. Mesela bir O-Power kullandığınız kişinin Pokémon yakalama olasılığını arttırırken, bir diğeri savaşlardan aldığı tecrübe miktarını çoğaltabiliyor. Ama sanırım her şeyi değiştiren asıl Online özellik Wonder Trade’in ta kendisi. Aslında tamamen bir kumar olan Wonder Trade’e elinizden istediğiniz bir Pokémon’u koyuyorsunuz. Karşıdan aynen sizin gibi elindeki Pokémon’u sisteme koymuş rastgele bir oyuncuyla eşleşip ortaya koyduğunuz Pokémonları takaslıyorsunuz. Elinize ne geçeceği tamamen şansa ve karşınızdaki kişinin cömertliğine bağlı. Oyunun başında yakaladığı nispeten dandik Bunnelby’yi gönderen de çıkıyor, neredeyse tüm özellikleri mükemmel olan Vulpix yollayan da…
Yalnız bunca yenilik ve güzellik oyunun biraz fazla kolaylaşmış olmasının gölgesinde kalıyor hafiften. Gerçi bunu bir eksi mi, yoksa artı mı olarak saymalıyım emin değilim. Savaşların, özellikle de Elite Four’un önceki oyunlara göre çok daha basit olması pek hoşuma gitmedi, orası kesin. Ancak Wonder Trade sayesinde normalde ulaşmanın çok zor ya da imkansız olduğu Pokémonlara daha rahat bir şekilde ulaşabiliyor olmak büyük bir rahatlık. Ya da aynı şekilde işin biraz daha ciddi rekabet kısmına kayanların girdiği IV/EV muhabbetini kontrol etmek eskiden büyük bir işkenceyken X-Y’nin bunu çok daha ulaşılabilir hale getirmesi beni mest etti. Hele ki EV kasmak için birebir olan “Horde Battle” yani sürü halinde karşımıza çıkan Pokémonlar ve Super Training sizi çok ciddi bir yükten kurtarıyor.
Aslında daha sayabileceğim, anlatabileceğim tonla detay var Pokémon X-Y’de. Onları da yazmaya kalkarsam hem bir bu kadar daha yazmam gerekir, hem de size oyunda keşfedecek bir şey kalmaz. Ama şunu söyleyebilirim ki, 1996 yılında Japonya’da piyasaya çıkan Pokémon Red ve Blue’dan beri serinin başına gelmiş en güzel şey Pokémon X-Y. Hikâyesi biraz fazla basit ve çocukça kaçabilir, orası doğru. Hikâyesine çok takılmayacaksanız ve amacınız hepsini yakalayıp geliştirmek, yeni türleri keşfetmekse yeni eklenen mekanikleri, eski heyecan ateşini yakmasıyla Pokémon serisinin devrimine mutlaka şahitlik etmelisiniz. Uğruna 3DS almanız gerekse bile…
0 Comments