Bloodborne İnceleme


77

bloodborne

Uzun zamandır, hatta senelerdir beklenen oyun, yani Bloodborne kısa bir süre önce çıkışını gerçekleştirdi. Bu senenin en iyi oyunu olacağına kesin bir gözle baktığımız yeni oyun hem grafik bakımından, hem senaryo bakımından, hem ses bakımından hem de bağlayıcılık bakımından mükemmel puanlar alacak gibi gözüküyor. SCE Japan Studio tarafından geliştirilen ve Sony Computer Entertainment tarafından dağıtılan oyunun inceleme yazısını aşağıda sunuyoruz sizlere. Okuduktan sonra sizin de oyunu satın almaya karar vereceğiniz bir kesin.

Viktoryan döneminde geçen bir Aksiyon Rol Yapma Oyunu fikri her ne kadar harika görünse de pratikte birçok sorunu da beraberinde getiriyor. Orta Çağ temalı RYO’ların sunduğu geniş yelpazeyi bir kenara atmak nereden bakarsanız bakın pek akıl karı değil gibi görünüyor. Bloodborne ana akıma bağlı kalmadan, ana akım oyunlara bile kafa tutabilecek oynanış elementlerini içinde barındıran kompleks bir yapı.

Zırhların, kılıç ve kalkanların olmadığı bir geçiş dönemine RYO yapmak cidden riskli. Bloodborne iyi veya kötü olmasının yanı sıra işte tam da bu nokta da büyük bir eksiği kapatıyor. Risklerle dolu teması bir yana, oyun dünyasına bir kez daha yepyeni mekanikler kazandırıyor.

Şaşkınım… Öyle böyle değil. Ben kaliteli ve beklentimi bir yere kadar karşılayan sağlam bir oyun bekliyordum. Onun yerine beklentilerimi paramparça eden ve önümüzdeki yıllarda Aksiyon RYO’lar için ilham kaynağı olacak bir yapımla karşılaştım.

Bir korku oyunu olmamasına rağmen sizi her saniyesinde geriyor ve olmadık yerlerde korkudan öldürüyor (zaten karakterde sizle birlikte ölüp, ölüp diriliyor). Analogu hafifçe ittirerek ilerlemenin karizmatik görünmek için değil, bilinmeyene karşı duyulan korkudan kaynaklandığını ilk birkaç saatinizin sonunda öğreniyorsunuz.

Bir strateji oyunu olmamasına rağmen sizi önünüzdeki tehlikeye dair uzunca bir analize yönlendiriyor. “Tüfekli adamı öldürsem, dev olan görür. Oraklı olana dalarsam iyice açığa çıkarım. Deve dalarsam tüfekli olan kesin dengemi bozar. O zaman ben geri döneyim, nasılsa bir gün hepimiz öleceğiz.”

Bloodborne sadece kendi türünden değil, diğer oyun türlerinden de büyük bir ilham alıyor ve bunu Aksiyon RYO kalıplarını zorlamadan, oyunu bir Assassin’s Creed türevi gibi şişirmeden yapmayı başarıyor. Oyun hakkında farkına vardığınız ilk şey, her bir düşmanın, her bir tuzağın özenle yerleştirildiğini kavramak oluyor. Bloodborne içerisindeki tek bir parça bile ne fazla ne eksik.

Ön İnceleme sırasında belli başlı bazı oyun mekaniklerinin From Software için imza niteliği taşıdığından bahsetmiştim. Bu konunun yanlış anlaşılmamasını istiyorum. Olayı “Yenilik yapamıyor, hep aynı oyunu yapıyor” seviyesine çekmek hem çok yanlış bir bakış açısı hem de sürüsüyle kendi geleneğine sahip oyun firmasına büyük bir haksızlık.

Temel olarak Read Dead Redemption ve Grand Theft Auto V aynı oyun. Peki, aynı oyun mu? Yoksa bahsettiğimiz benzerlikler tam da Rockstar’ı Rockstar yapan şeyler mi? Cevabı bildiğinize eminim.

From Software geçtiğimiz yıllar içinde büyük başarılar yakaladı. Kısa süre içerisinde hem oyuncuların hem de oyun eleştirmenlerinin saygı duyduğu bir firma haline geldiler.

Genel olarak “zor” oyunlar yapan From Software, öncelikle ölümü bir oyun mekaniği haline getirdi. Ölünce kaybediyordunuz ama kaybetmeniz bir önceki kayıt noktasına dönmeniz anlamına gelmiyordu. Oyuna devam etmek zorundaydınız. Ölümü ortadan kaldırdıkları için ceza puanı olarak bambaşka şeyler koydular; Her başarısızlıkta toplam can puanının azalması bunlardan sadece biri, bir diğeri de Bloodborne’da da önemli bir yer edinen ölünce tüm ruhların yere bırakılması.

Yine asıl oyunumuza dönüş yaparsak, bu sefer ölüm olayı diğer oyunlarla biraz ayrılıyor. Artık belli düşman tipleri dışında yere kan izinizi bırakamıyorsunuz. Kan Yankısı (diğer oyunlardaki tuh kavramıyla aynı şey) kaybedildiğinde civardaki bir düşmana rastgele yerleşiyor. eğer onu öldüremezseniz topladığınız hayati Kan Yankıları’nı da kaybediyorsunuz. Boss’lar ve size neredeyse tek atan yaratıklar dışında genel olarak bu durum değişmiyor.

Bloodborne sizi isteseniz de istemeseniz de agresif olmaya zorluyor. Kaybolan Kan Yankısı’nı ele geçirmek için doğru düşmana gitmek sizi yeniden aksiyonun içine sokuyor. Bu durum da işleri biraz daha zorlaştırıyor. From Software bu sefer oyuncuların zombi olmalarını istemeyince ölüm cezası olarak bu “parlak” fikir akıllarına gelmiş. Nitekim öldüğünüz zaman zombiye dönüşmüyorsunuz ve görünürde hiç bir ceza puanı yok. Yoksa var mı?

Kan Şişesi var. Oyun boyunca sadece onlara güvenmek zorundasınız. Estus Flask’larınızdan çok daha hızlı kullanılıyorlar ve Life Gem’lerin aksine anında can puanınıza etki ediyorlar. Genel olarak öldürdüğünüz düşmanların üzerinden (bazen de etraftaki ölü bedenler üzeriden yağmalanabiliyorlar) çıkıyorlar veya ulaklardan takas yöntemiyle edinebiliyoruz. Takas dediğim, Kan Yankısı ver, Kan Şişesini kap.

Söz konusu From Software olunca madalyonun ters yüzü her zaman acı verici olmuştur. Söylediğim gibi bu şişeler yenilenmiyorlar ve iki yöntem dışında edinmenizin imkanı yok. Muhteşem(!) bir boss dövüşü yaşadınız ve Kan Şişelerinizin hepsini tükettiniz. Üstüne bir de boss tarafından hunharca öldürüldünüz.

Haydi bakalım, Şişe satın alacak para yok, eh Estus gibi kendileri de yenilenmiyorlar. Tek çare düşmanlardan yeterli miktarda çıkmasını ummak oluyor. Yoksa boss savaşına yeniden girmeniz ihtimal dahilinde bile olmuyor. Böyle bir durumda benim çarem, en iyi bildiğim yoldan giderek düşmanları temizlemek ve Kan Yankısı kasmak oldu. Bu sayede Avcı’nın Rüyası’na geri dönerek yeteri miktarda iksir satın alabildim. Haliyle o yola geri döndüğünüzde düşmanlar da yeniden canlanmış oluyor. Eğer yine boss’a gitmeden harcarsanız, bitmek bilmeyen bir kısır döngünün içine giriyorsunuz.

Farenizin tekerleğini biraz aşağıya ittirin, orada tanıdık bir yüz göreceksiniz. Bloodborne’un karakter yaratma ekranı işte böylesine detaylı çalışmanıza olanak sağlıyor. Burun deliklerinden, göz hizasına kadar neredeyse her bir yüz kası Kore MMO’larına taş çıkartırcasına seçenek sunuyor. Karakter ekranında yeterince zaman geçirirseniz, kafanızdaki karaktere yakın bir sonucu elde edebiliyorsunuz.

Oyunun sınıf sistemi önceki Souls oyunlarına göre biraz daha farklı. Hatta birçok oyuncu için biraz sönük bile diyebilirim. Bloodborne bariz bir biçimde seleflerinden daha az stat bölmesine sahip. Yapımcılar dönemin etkisini koruyabilmek için, daha doğrusu tam anlamıyla bir dönem oyunu yapmak için Orta Çağ RYO’larına ait bazı stat’ları uçurmuşlar. Can Puanı, Dayanıklılık gibi alışıkmış stat’ların dışında, ek olarak Kanrengi gibi ilginç özellikler sizi bekliyor olacak.

Sınıf sistemi de hayli değiştirilmiş. Savaşçı, Şövalye, Büyücü sınıfları, yerlerini Profesyonel, Kader Mahkumu ve Oksijen İsrafı (Deprived’in karşılığı:) gibi hayli şahısına münhasır tanımlara bırakmış durumdalar. Yine From Software geleneği olarak başlangıç stat’larınız size sadece belli oranda avantaj sağlıyor. İlerleyen aşamalarda hybrid veya saf karakter yapıları arasında kendiniz karar veriyorsunuz.

Tüm seçimlerinizi yapıp, oyuna başladığınızdaysa sizi çok şaşırtacak bir şey oluyor: Ölüyorsunuz. Zaten ölmezseniz Avcı’nın Rüyası’na da gidemiyorsunuz. Hastanede sizi karşılayan sevimli kurt, aynı zamanda acı dolu, bol ölümlü (Aaa evet, ölmekten usanacaksınız ve ölümsüz olmanın yollarını araştıracaksınız!) ve bilinmeyene olan yolculuğunuza ön ayak olacak.

Avcı’nın Rüyası’nda tıplı önceki oyunlarda olduğu gibi kontroller size yazılı olarak sunulacak (uygulamalı öğretseler şaşardım) ve ilk silahınızı burada edineceksiniz

Avcı’nın Rüyası’na en yakın şey muhtemelen Dark Souls II’deki Majula olacaktır. Burası oyundaki nadir güvenli bölgelerden biri. Hem alış verişlerinizi hem, eşya geliştirmelerinizi hem de seviye atlama işlemlerinizi burada yapacaksınız. Fakat bunları öyle kolayca yapabileceğinizi düşünmeyin, çünkü bu aletleri kullanabilmek için uygun eşyaya sahip olmalısınız. Uygun eşyaysa sizi tehlikelerle dolu Yharnam’da bekliyor olacak.

Bloodborne bir şeyleri öğretme konusunda önceki oyunlardan bile daha acımasız. Eğer hiç Tam Çözüm filan izlemezseniz “Ya ben nasıl seviye atlayacağım?” diye boş boş dolanmanız olası. Seviye atlayabilmek için öncelikle bir boss görmüş olmanız gerekiyor. İlk boss karşılaşmanızın sonunda seviye atlayabiliyorsunuz.

Bu bölgede ilk silahlarınıza da sahip oluyorsunuz demiştik. Her oyunda gördüğünüz, kılıçlar, kalkanlar, taramalı tüfekler, atom bombalarını(!) unutun. Hile Silahları’na merhaba deyin!

En çok merak edilen konuların başında gelen bu dönüştürülebilir silahlar, oyun deneyimini bambaşka bir noktaya taşıyorlar. “L1” tuşuyla dönüşen ana silahınız doğrudan bambaşka bir silaha dönüşüyorlar. Aradaki etki arabadan, dev robotlara dönüşen Transformers’lar kadar çarpıcı.

Ben kendi karakterimde çoktan oyunun ikonası haline gelen satır testereyi tercih ettim. Bunun sebebi dönüşüm yaptıktan sonra bile, sol elimdeki silahı kullanabilmek oldu. Testere özellikle sizi dövüş sırasında oldukça seri hale getiriyor. Doğru zamanda L1’e basmaksa mücadelenin seyri açısından büyük önem taşıyor.

Ben genel olarak silahın satır haliyle dövüşe başlıyorum. İlk vuruşun hemen ardından silahı L1’le kapatıp, seri bir şekilde düşmanın işini bitiriyorum. O anda eğer başka düşmanlarda üşüşürlerse bir kez daha tuşa basıp silahı açıyorum ve BUM!

Elbette şu anlattıklarım kağıt üzerinde kolay görünseler de oyun içinde doğru ve etkili kullanmak için hayli pratik yapmanız gerekiyor. Ama bir kere alıştıktan sonra ve gerçekten silahları “doğru” kullanabildikten sonra oyunun tadından yenmiyor. Tasarım olarak en ilgimi çeken silahsa tartışmasız kılıç/savaş çekici oldu. Seri bir kılıç, bir anda yerleri titreten bir ölüm makinesine dönüşebiliyor ve bunu enfes animasyonlar eşliğinde yapıyor.
Yapımcılarında belirttiği üzere kalkanlar eskisi gibi inanılmaz etkili değiller. Oyunda birden fazla kankan olduğu söylense de ben sadece tahtadan dandik bir tane buldum, onu da sattım gitti.

Bloodborne kalkan ardına saklanacağınız bir oyun değil. Düşmanlarınız genel olarak çok çevik ve onlarla doğru orantılı olarak siz de inanılmaz hızlısınız. Bugüne kadar Souls oyunlarında önemli bir yere sahip olan yuvarlanma hareketi, yerini sıçramalara bırakmış. İyi ki de öyle yapmış, çünkü Havel setiyle yerde yuvarlanmaya çalışan oyunculardan gına gelmişti. Bloodborne’un yeni kaçınma hareketi nerden bakarsanız bakın çok havalı duruyor.

Kalkan oyundan gidince savuşturmaları nasıl yapacağımızı merak ediyorduk. Bunun cevabı sağ elimizde taşıdığımız tabancamızda yatıyor. Doğru kullanmayı öğrenene kadar yine çok acı çekeceksiniz ve ardı ardına öleceksiniz ama yapmayı başardığınız anda düşmanlarınıza kök söktüreceğinizi garanti edebilirim.

Eskisi gibi L2 tuşuna bastığınızda kakan savurmak yerine silahımızı ateşliyoruz. Zamanlamayı tutturduğumuzdaysa düşman sendeliyor ve tüm dengesi bozuluyor. O anda kritik vuruşumuzu yapıyor ve etrafı bir güzel kan banyosuna çeviriyoruz. Genel olarak insan formunu koruyan kurt adam, kafayı yemiş kasabalılar, devlere karşı kesin çözümünüz sağ elinizde yatan bu hazine. Madalyonun ters yüzündeyse elbette cephane var. Düşmanlardan ve çevreden yağmalayabileceğiniz gibi bir miktar can puanı karşılığında fazladan beş mermi oluşturabiliyorsunuz.

Her Bir Parça Özenle Oyunun İçerisine Konulunca

Bloodborne harita tasarımı konusunda çıtayı yükselten bir yapım. Her bölge kendi içinde iç içe geçmiş kompleks, homojen bir yapıya sahip. İlk Dark Souls’un tasarımı baz alınmış ama Dark Souls II’nin uçsuz bucaksız dünyasını da şöyle güzel bir selam çakılmış.

Eski dostlarımız Bonefire’ların yerini ufak sokak lambaları alıyor. Genel olarak bir haritada ikiden fazla lamba görmek mümkün değil. Ayrıca hızlı seyahat sadece Avcı’nın Rüyası’na geri döndüğümüzde mümkün olabiliyor. From Software sağa sola lamba koymak yerine çok daha kapsamlı ve zor bir işe girişmiş.

Her bölge özenle seçilmiş kestirme yollarla birbirine bağlanmış. Haritayı dolaşırken ilerlediğinizi sanıyorsunuz ama aslında ilk lambayı bulduğunuz ilk yere geri dönüyorsunuz. Oyun size bunu hiçbir şekilde hissettirmiyor ve haritanın çok katmanlı yapısı bu işleyişe büyük yarar sağlıyor. Haritanın üst bölgelerinde gezerken aşağıda bir hareketlilik olduğunu görüyorsunuz ve oyun bir şekilde sizi oraya götürmeyi başarıyor. Ve ya siz kısa yoldan aşağıda düşüyorsunuz.

Yüksekten düşmek acıtıyor ama genelde sağ kalmayı başarıyorsunuz. Bundan sonrası daha iyi çünkü kendinizi hiç bilmediğiniz bir yerde nereye gideceğinizi bilmez bir halde dolanır halde buluyorsunuz. Haritanın gizemlerini çözmede bu çok katmanlı yapı büyük yarar sağlıyor.

Bloodborne’u sadece yarım saat oynamanız bile harita detaylarına hayran kalmanız için yeterli. Oyun bir şekilde her şeyi bağlıyor devasa bir şehri ayaklarınızın altına seriyor. Üstelik atmosfer öyle boğucu ve gerçek ki ister istemez bulunduğunuz bölgeye ayak uyduruyorsunuz. Bazen kanalizasyonun dibinde pislik ve kana bulanmış bir haldesiniz, bazen de daracık bir ara sokakta kurt adamlar tarafından kovalanıyorsunuz.

Bloodborne harita tasarımları konusunda birçok firmaya ders verecek kadar iyi bir iş ortaya çıkartmış. Tüm bunlar nereden çıkacağı belli olmayan düşmanlarla çevrelenince ortaya ince ince örülmüş, her detayı özenle işlenmiş bir oyun çıkıyor.

Ve yine nereye gideceğinizi bilmiyorsunuz. From Software bu sefer cidden hikaye anlatma derdine düşmüş olsa da ilerlemeniz tamamen sizin deneme yanılma yöntemlerinize ve sezgilerinize bağlı. Bazen uyandığınızda kendinizi bambaşka bir haritada buluyorsunuz ve oraya ait olmadığınızı size tek atan düşmanlar sayesinde öğreniyorsunuz. Dedik ya düşmanlarınız da en az sizin kadar çevik ve birden fazla ölümcül saldırıya sahipler. İşin en merak edilen kısmı bu durumda boss’lar oluyor.

Ruin Sentinels’i mumla arayacaksınız. Smelther Demon’ın alevinin yağına kurban olacaksınız ve Nashandra’ya beni affet diye yalvaracaksınız.

Her şeyden önce artık bir boss’a geldiğimizi gösteren sis kapıları yok. Siz güllük gülistanlık giderken bir anda sinematik devreye giriyor ve kendinizi hazırlıksız bir şekilde devasa yaratıkların karşısında buluyorsunuz. Sis kapılarını kaldırmak kimin fikriyse kendisini müthiş tebrik ediyorum. İnsan bir haber verir!

Boss’lar hem tasarım hem de çeşitlilik bakımından önceki oyunları aratmıyorlar. Aslında siz önceki oyunlardaki boss’ları aramaya başlıyorsunuz. Oyundaki dördüncü boss olan Rahip Vekili Amelia size resmen kök söktürüyor. Ne yaptığını söylemiyorum, sürpriz olsun, siz de benim gibi çıldırın.

Genel olarak boss’lar çok hızlılar ve her hamlelerine anında tepki vermeniz gerekiyor. Komboya yakalandığınız anda ölüyorsunuz. Hızla üzerinize atlarlarsa ölüyorsunuz. Yanlış hamle yaparsanız ölüyorsunuz. Kısacası boss’lar sizi öldürmeye pek bir bayılıyorlar. Bu yüzden pür dikkat hareketlerini takip etmelisiniz ve doğru zamanda saldırmalısınız. Diğer oyunlara kıyasla Bloodborne’da çoğu bos farklı aşamalara geçiyorlar ve bu aşamaların her biçimi daha tahmin edilemez, daha vahşi sonuçlara yol açıyor.

Tüm bu özellikler harika bir görsellikle birleşince ortaya doyumsuz bir macera çıkıyor. Bloodborne, Tim Burton’ın bile en çılgın rüyalarına girebilecek bir sanat yönetimine sahip. Çevre akıl almaz detaylar ve sürprizlere çevrili. Gece gündüz döngüsü ise tüm atmosferi baştan aşağıya değiştiriyor. Asıl önemli olansa, haritalar resmen size hikaye anlatıyorlar.

Bir yere gittiğinizde orada ne yaşanmış olabileceğini az çok tahmin edebiliyorsunuz. Sis ve duman efektleri oyunun görsel kalitesini bambaşka bir boyuta taşıyor. Oyun PlayStation 4 üzerinde 1080p/30fps ile çalışıyor. Oyunun performansından gayet memnum kalsam da bazı açık alanlarda (Eski Yharnam) bir iki kere fps değerinin 25’lere düştüğü gözümden kaçmadı. Bu kısa zamanlı aksamaların dışında oyun gayet akıcı bir şekilde oynanıyor. Aksi halde zaten boss’ları bile geçemezdik.

Oyunun grafik/performans olayına giriştiysek en büyük eksi işte burada yatıyor. Yükleme ekranları çok uzun. İlk gün yamasıyla gözle görülür bir düşme yaşansa da 30 saniyeyi bulabilen, genel olarak 15-30 saniye arası değişen yükleme süreleri oyunun belki de en can sıkıcı yanı. Tecrübeli Dark Souls oyuncuları bu ekranlara pek takılmayacaklardır. Zaten az öldükleri ve öldüklerinde de sonraki aşamada ne yapacaklarını düşündükleri için ekranı görmezden geleceklerdir.

Yine de böyle bir mazeret çok ucuz kaçıyor ve yeni oyuncular için ufak bir işkenceye dönüşebiliyor. Yükleme ekranlarını kısaltmanın bir yolu var mıdır? Şüpheliyim. Bloodborne yapısı gereği scriptlerden oluşuyor ve harita her yüklendiğinde aynı şeyler tekrar ediliyor. Bir diğer eksi de devasa domuzun bir anda ortadan kaybolması oldu. Gerçi ortadan kaybolduğu için üzüldüğümü söyleyemem.

From Software atmosfer seslerini kullanarak oyun yapmayı seviyor. Boss dövüşleri haricinde o epik müzikleri pek duyamıyoruz ama oyunun yapısı zaten sizi gaza getirecek bir müziğe ihtiyaç duymuyor. Oyunun müzikleri boss savaşlarını daha da epik hale getirerek tüm acısını çıkartıyor.
Bloodborne konusunda büyük bir beklenti içindeydim. En başta söyledim. Eğer oyun kötü çıksaydı, konsolumu kapatıp, The Witcher’ın teşrif etmesini bekleyecek o arada da Dark Souls 2 oynayacaktım. Öyle olmadığı için inanılmaz mutluyum. 30 saate yakın bir oyun süresine rağmen görülecek öyle çok yer var ki!
Ufak bilgiler:

Yeni savuşturma mekaniği hayli etkili olsa da mermileriniz çabuk tükenebiliyor. Canınızdan feda edip +5 cıva mermisi kazanabilirsiniz ama bu sefer de Kan Şişeniz tükenebilir. Kargalar gibi zayıf düşmanların yanında bu işlemi yapıp hemen saldırırsanız canınızı geri doldurabilir ve bedava mermiye kavuşabilirsiniz.

Eğer girdiğiniz bölge dar bir alansa yavaş yürüyün ve gözünüzü dört açın. Bloodborne’da, Souls serisinin külliyatından daha fazla pusu var. Daha önce karşılaşmadığınız bir düşman tipiyle çarpışmadan önce çevreyi kontrol edin. Eğer çok darsa sadece kaçın ve sizi takip etmesini sağlayın. Böylece onlarda rahat ettiğiniz bir bölgede kapışabilirsiniz. Donmuş kanlarınızı seviye almak için bile olsa hemen harcamayın. Oyun sizi bir anda dımdızlak bırakabiliyor ve donmuş kanlar ilaç gibi geliyor.

Bazı düşman tipleri silahlarınızı geliştirmeye yarayan rünler ve parçalar düşürebiliyor. Onları farmlayarak kısa sürede silahlarınızı geliştirebilirsiniz. Olabildiğince herkesle konuşmaya çalışın. Bunu belli aralıklarla sürekli yaparsanız ödüllendiriliyorsunuz. Canavar formuna geçmeden önce iki kere düşünün ve canavar toplarınızı haybeye harcamayın Oyunu mümkün olduğunca yardımsız ve tam çözümlere bakmadan oynayın. Keşfetmenin heyecanı ve başarı hissi için değer.

Oyunda yere düştükten sonra sürekli “O” tuşuna basın. Böylece yerden tam kalmadan hızlıca kaçınabilirsiniz. Bloodborne aslında bir devam oyunu. Oyun Demon Souls’la aynı evrende geçiyor ama çağlar farklı. Oyunun çevrim içi hizmetleri kapalı olduğu için deneyemedik. Onlar hakkında ayrıca bir yazı yazılacaktır. Oyun tamamen Türkçe (dublajlar hariç) olduğu için hikaye detaylarından kaçındım ama onu keşfetmek zaten başka bir mücadele.


admin

0 Comments

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir